شـبكة جنـين للـحوار

حياكم الله وبياكم واهلا وسهلا بكم في شبكتكم شبكة جنين للحوار ..

انضم إلى المنتدى ، فالأمر سريع وسهل

شـبكة جنـين للـحوار

حياكم الله وبياكم واهلا وسهلا بكم في شبكتكم شبكة جنين للحوار ..

شـبكة جنـين للـحوار

هل تريد التفاعل مع هذه المساهمة؟ كل ما عليك هو إنشاء حساب جديد ببضع خطوات أو تسجيل الدخول للمتابعة.
شـبكة جنـين للـحوار


    Mirac, Mescid-i Aksa ve Kudüs

    مـحمد أبو عـرة
    مـحمد أبو عـرة
    1
    1


    ذكر
    عدد الرسائل : 1256
    العمر : 38
    الأقامة : في المنفى...
    العمل : Technological techniques
    تاريخ التسجيل : 27/04/2007

    Mirac, Mescid-i Aksa ve Kudüs Empty Mirac, Mescid-i Aksa ve Kudüs

    مُساهمة من طرف مـحمد أبو عـرة الثلاثاء سبتمبر 25, 2007 2:34 am

    Mirac, Mescid-i Aksa ve Kudüs






    Mirac, Mescid-i Aksa ve Kudüs Mainpage_linkler_2007_august_10_aksamirac_300_0



    Filistin Enformasyon Merkezi



    Mirac, Mescidi Aksa ve Kudüs


    11 Eylül 2004 Cumartesi, Mirac gecesi münasebetiyle
    İsra ve Mirac Olayı


    Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa''ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir." (İsra, 17/1)
    Kâsımi (rh. a.) şöyle demiştir: "Bu âyet isrâ olayının kesin olduğuna delâlet etmektedir. Bu ise, Resulullah (s.a.s)'ın gece vakti Mescid-i Aksa'ya kadar yürütülmesidir. Göklere yükseltilmesi olayına ise bu âyet delâlet etmemektedir. Ancak bazıları Necm suresinin ilk âyetlerini bu olaya delil saymaktadırlar." Yüce Allah, Necm suresinde şöyle buyuruyor: "Şimdi siz onun gördüğü üzerinde kendisiyle tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o onu bir başka kez daha inişte gördü. Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Barınma (Me'va) cenneti onun yanındadır. O zaman (o gördüğünde) Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. Göz kaymadı ve (sınırı) aşmadı da. Andolsun ki o Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü." (Necm, 53/12-18) Müfessirlerin bildirdiğine göre bu âyetlerde sözü edilen olay da mirac olayıdır.
    Kadı Iyaz da şöyle demiştir: "Selefin ve genelde Müslümanların çoğunluğu isrâ olayının bedenle birlikte ve uyanıklık halinde olduğu görüşünü tercih etmişlerdir. Gerçek olan da budur." Kadı Iyaz yine şöyle diyor: "Allah'ın izniyle isrâ, bütün olay boyunca hem beden hem de ruhla olmuştur. Ayet, sahih rivayetler ve muteber görüşler buna delalet etmektedir. Zâhir ve gerçek anlamın alınması imkânsız olmadığı sürece bu anlam bırakılarak te'vil yoluna gidilmez. Burada da eğer olay uyku halinde gerçekleşmiş olsaydı (Yüce Allah): "Kulunu" demez, bunun yerine: "Kulunun ruhunu" derdi. Ayrıca Yüce Allah bir âyetinde de şöyle buyuruyor: "Göz kaymadı ve (sınırı) aşmadı da." (Necm, 53/17) Üstelik eğer olay uyku halinde gerçekleşmiş olsaydı bir mucize ve ilâhi bir âyet olmazdı. Çünkü böyle bir şeyi kâfirler inkâr etmez ve yalanlamazlardı. İslâm'a girmiş olanlardan da inançları zayıf olanlar bundan dolayı tereddüde düşmez ve dinden dönmezlerdi. Çünkü bu tür olayların rüyada gerçekleşmesi inkâr edilmez. Bütün bu sayılanlar onların, söz konusu olayın Resulullah (s.a.s)'ın bedeniyle birlikte ve uyanıklık halinde gerçekleştiği haberini almaları üzerine olmuştur."
    İbnu'l-Kayyim (rh. a.) şöyle demiştir: "Sahabiler, Resulullah (s.a.s)'ın o gece Rabbini görüp görmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir. İbnu Abbas (r.a.)'tan sahih olarak nakledilen bir rivayete göre Rabbini görmüştür. Yine ondan sahih olarak nakledilen bir başka rivayete göre ise kalben görmüştür."
    Hz. Aişe (r.a.) ve Abdullah ibnu Mes'ud (r.a.)'dan sahih olarak nakledilen rivayetlere göre ise onlar bunu kabul etmemişlerdir. (Onların dediğine göre) Yüce Allah'ın: "And olsun ki, o onu bir başka kez daha inişte gördü. Sidretu'l-Munteha'nın yanında." (Necm, 53/13) sözünde kastedilen Cibril'dir.
    Ebu Zer (r.a.)'den sahih olarak rivayet edildiğine göre o, Resulullah (s.a.s)'a: "Rabbini gördün mü?" diye sordu. O da şöyle buyurdu: "Nur vardı. O'nu nasıl görürdüm." Yani benim O'nu görmemi nur engelledi. Nitekim bir hadis metninde de: "Bir nur gördüm" denmektedir. Osman ibnu Sa'id ed-Darimi'nin rivayet ettiğine göre de sahabiler Resulullah (s.a.s)'ın O'nu görmediği konusunda görüş birliğine varmışlardır.
    İbnu'l-Kayyim şöyle demiştir: "Sabah olunca Resulullah (s.a.s), olanları, Rabbinin büyük âyetlerinden gördüklerini kavmine anlattı. Bunun üzerine onlar kendisini daha çok yalanlamaya, daha çok eziyet etmeye ve daha fazla sıkıştırmaya başladılar. Kendilerine Mescidi Aksa'yı anlatmasını istediler. Allah da onun görüntüsünü karşısına getirdi ve açıktan görmeye başladı. Böylece Resulullah (s.a.s) onun üzerindeki işâretleri kendilerine haber vermeye başladı. Dolayısıyla onun bildirdiği hiçbir şeyi inkâr edemediler. İsrâ olayında gidiş ve dönüş esnasında karşılaştığı durumları, varış vaktini, o sırada gelen devenin durumunu kendilerine haber verdi. Gerçekten de olaylar aynen onun anlattığı gibi gerçekleşmişti. Ama bu durum sadece onların nefretlerini artırdı ve zâlimler küfürden başka bir şeyi kabul etmeye yanaşmadılar."
    İsrâ ve mirac olayı Yüce Allah'ın sevgili peygamberine bir mükâfatı ve ilâhi bir mucizesidir. Resulullah (s.a.s.) Mekke'de insanlara hakkı tebliğ etmesinden dolayı müşrikler tarafından çeşitli eziyetlere maruz bırakılmış, Ebu Tâlib Vadisi'nde ablukaya alınmış, üç yıl süren bu abluka dolayısıyla açlık ve mahrumiyet içinde kalmış, ardından amcası Ebu Tâlib'i, kısa süre sonra da değerli hanımı, mü'minlerin annesi Hz. Hatice (r.anha)'yı kaybetmiş ve birbiri ardından gelen bu olaylar dolayısıyla çok üzülmüştü. İşte bütün bu sıkıntılardan sonra dost dostunu mükâfatlandırdı ve onu kendi katına yükseltti. Onu kendisine yaklaştırdı. Üzerine, çektiği bütün sıkıntıları, içine düştüğü üzüntüleri, zorlukları ve yorgunlukları, hatta kendisine vahyedilenleri tebliğ ederken ve davetini yayarken karşılaşabileceği zorlukları unutturacak hoşnutluk hulleleri giydirdi.
    Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'in isrâ ve mirac gecesinde karşılaştığı manzaralar, gördüğü âyetler ve kendisine karşı yapılan muamele onun Allah katında ne büyük bir değere sahip olduğunu ortaya koydu. Bu itibarla isrâ ve mirac olayı çok değişik boyutları olan büyük bir mucizedir ve bu mucize peygamberler içinde sadece son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'e özeldir.
    Bütün her şeyi maddi alemin kanunlarına göre izah etmeye kalkışan ve Yüce Yaratıcı'nın her şeyin üstündeki ilâhi gücünü anlayamayan bazı kimseler mirac olayını kavramakta güçlük çekebilirler. Ama iman ferasetiyle ve hakka teslimiyetin kazandırdığı geniş görüşlülükle düşünebilenler için bu büyük mucizeyi kabul etmek zor değildir
    مـحمد أبو عـرة
    مـحمد أبو عـرة
    1
    1


    ذكر
    عدد الرسائل : 1256
    العمر : 38
    الأقامة : في المنفى...
    العمل : Technological techniques
    تاريخ التسجيل : 27/04/2007

    Mirac, Mescid-i Aksa ve Kudüs Empty رد: Mirac, Mescid-i Aksa ve Kudüs

    مُساهمة من طرف مـحمد أبو عـرة الثلاثاء سبتمبر 25, 2007 2:34 am

    İsra ve Mirac Ruhu


    Büyük düşünür ve ilim adamı Seyyid Kutub mirac olayı hakkında şunları söylüyor: "İlâhi gücün ve peygamberlik mertebesinin ne demek olduğunu biraz idrâk edebilenler bu olayda bir gariplik görmezler. İnsanoğlunun sahip olduğu güç sınırlıdır... Ama insanoğlu için zor, kolay veya imkânsız görünen şeylerin hepsi ilâhi gücün önünde eşittir. Hepsi aynı kolaylıkla gerçekleştirilir."
    İnsanın miracı anlayabilmesi için önce kendi nefsinde imâni bir yükselişi gerçekleştirmesi gerekir. Bunu gerçekleştirdiği zaman elde edeceği feraset ve basiret onun kâinata bakarak ilâhi gücü anlamasına ve bu güce sahip olan yüce yaratıcının vahiyle desteklediği bir insanın asla yalan söyleyemeyeceğini kavramasına yardımcı olur. Bakın Hz. Ebu Bekir (r.a.) kendisine Resulullah (s.a.s.)'ın bir önceki gece göklere yükseltildiğini söylediği haber verilince ne diyor: "Bunu eğer o haber veriyorsa elbette doğrudur. Sizin hayret ettiğiniz de bir şey mi? Gündüzün veya gecenin bir anı içinde tâ göklerden kendisine vahiy geldiğini bana haber veriyor da ben yine inanıyorum. Tereddüt etmiyorum."
    Evet. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Resulullah (s.a.s.)'in vahiy ve mirac konusunda bildirdiklerinin doğruluğundan şüphe etmiyordu. Çünkü o kendi nefsinde imân miracını gerçekleştirmişti. Kendi nefsinde iman miracı gerçekleştirenin önünden artık şüphe ve tereddüt engeli kalkıyor. Ama nefsinde bu miracı gerçekleştiremeyen kimsenin zihni madde dünyasına takılı kalacağından aynı teslimiyeti, aynı feraseti gösteremeyecektir.
    Müslümanın isra ve mirac olayından çıkaracağı pek çok ibret vardır. Her şeyden önce Allah Resulü (s.a.s.) kendisine gösterilen gerçekleri: "Acaba insanlar akla yatkın bulurlar mı? Kabul ederler mi?" gibi tereddütlere kapılarak insanlara açıklamazlık etmemiştir. Miraca yükseltildiği gecenin sabahında başından geçenleri insanlara anlatmıştır. İnsanlar akla yatkın bulsalar da bulmasalar da gerçek her zaman gerçektir. Eğer bilinmesi gerekiyorsa, bir sır değilse ve açıklanması maslahata aykırı değilse mutlaka açıklanmalıdır.
    Mirac kelime olarak "yükselme, yücelme" anlamına gelir. Mü'minin de imanıyla yücelmesi, yüksek mertebelere ulaşması onun için bir miracdır. İslâm'ın insana kazandırdığı ahlâki ve imâni değerlerle donanmak, İslâm'ın güzelliklerini kendinde toplayabilmek mü'min için bir miracdır.
    Miracla ilgili hadisi şerifte Cebrail (a.s.)'ın Resulullah (s.a.s.)'a gelerek yolculuk öncesinde onun göğsünü yarıp kalbini çıkardığı ve onu iman ve hikmetle yıkadığı bildirilmektedir. Demek ki miraca önce kalple hazırlanmak gerekiyor. Yüce makamlara ulaşmak isteyen bir mü'minin de kalbini iman ve hikmet sırlarına aykırı kirlerden arındırması, temizlemesi gerekir. Özellikle değişik sapık ideolojilerin her tarafı kuşattığı günümüzde kalbimizi bu sapık ideolojilerin ve fikri saplantıların kirlerinden temizlemeden gerçek anlamda bir yükseliş gerçekleştirmemiz mümkün değildir.
    O halde hayatımızda bir mirac yolculuğuna başlamak istiyorsak önce göğsümüzü yarıp kalbimizi çıkarmalı ve onu iman ve hikmet nurlarıyla yıkamalıyız. Ama iş bununla bitmiyor. Çünkü yolculuk bundan sonra başlıyor. Mü'min İslâm'ın güzelliklerinden birini hayatına geçirdiğinde bu kutlu mirac yolculuğunda bir adım atmış, bir derece yükselmiş olur. Bu yolculukta "iki günü birbirine eşit olan zarardadır" ilkesine göre hareket ederek sürekli yücelmek, sürekli ilerlemek gerekiyor.
    Allah Resulü (s.a.s.) bir hadisi şerifinde: "Namaz mü'minin miracıdır" diye buyuruyor. Ancak namazın gerçekten bir mirac olabilmesi için mü'minin adeta Allah'ı görüyormuşçasına O'na ibadet etmesi gerekir. Nitekim Resulullah (s.a.s.) bu hususa da bir başka hadisi şerifinde şöyle işaret ediyor: "İhsân, Allah'a adeta O'nu görüyormuşçasına ibadet etmendir. Sen her ne kadar O'nu görmüyorsan da O seni görüyor." İşte bu ruh ve hisle kılınan namaz gerçekten mü'min için bir mirac olur. O zaman mü'min günde beş kere miraca yani Allah'ın katına yükselme mutluluğuna erişir. Günde beş kere miraca yükselebilen mü'minden de iyilikten başka bir şey beklenmez.
    Kendi hayatlarında mirac gerçekleştirebilenler, isra ve mirac ruhunu bir hayat şuuru edinebilenler "iman kardeşliği"nin getirdiği sorumluluğun da farkındadırlar. Çünkü onlar hayatlarındaki mirac yolculuğu esnasında Allah Resulü (s.a.s.)'in: "Mü'minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine acımadaki örnekleri adeta bir beden örneğidir. Onun bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da uykusuzluk ve ateşle ona katılır" meâlindeki hadisi şerifinde ortaya konan prensibi de gönüllerine nakşetmişlerdir.
    Mescidi Aksa'nın Önemi


    Mescidi Aksa bilindiği üzere Müslümanların ilk kıblesi ve harem mescidlerin üçüncüsüdür. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de Mescidi Aksa'dan adıyla söz etmekte ve bu mescidin etrafının mübarek kılındığını bildirmektedir. Bu konuda İsra suresinin birinci ayetinde şöyle buyuruluyor: "Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir."
    Kur'an-ı Kerim'in bazı yerlerinde de bu mescidden ismi anılmaksızın söz edilmektedir. Örneğin Meryem suresinin 11. ayetinde Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bunun üzerine (Zekeriya a.s.) mescidden kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah ve akşam tesbih edin" diye işaret etti." Burada kastedilen mescid, Mescidi Aksa'dır.
    Ali İmran suresinin 37. ayetinde de şöyle buyuruluyor: "Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir kabulle kabul etti; güzel bir şekilde yetiştirip büyüttü ve onun bakımını Zekeriyya'nın yükümlülüğüne verdi. Zekeriyya ne zaman onun bulunduğu mabede girse yanında yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" derdi. O da: "Allah'ın katındandır. Şüphesiz Allah dilediğine hesapsız rızık verir" derdi." Burada sözü edilen ma'bed Mescidi Aksa'dır.
    Yine aynı surenin 39. ayetinde de şöyle buyuruluyor: "Onun (Zekeriyya (a.s.)'ın) mihrabda namaz kılmakta olduğu sırada melekler kendisine, "Allah sana, Allah katından olan Kelime'yi doğrulayıcı, efendi, kendine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdelemektedir" diye seslendiler." Bu ayeti kerimede mihrab denirken kastedilen mekan da Mescidi Aksa'dır.
    Mescidi Aksa'nın fazilet ve ehemmiyeti hakkında ayrıca birçok hadisi şerif bulunmaktadır. Resulullah (a.s.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur: "Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur: Benim şu mescidime, Mescidi Haram'a ve Mescidi Aksa'ya." (Müslim, Kitabu'l-Hacc, 15/415, 511, 512) Burada kastedilen yolculuk ibadet kastıyla olan özel yolculuktur. Bu hadisi şerif dolayısıyla Mescidi Aksa harem mescidlerin üçüncüsü sayılmıştır.
    Ahmed ibnu Hanbel, Nesai ve Hakim'in Abdullah ibnu Ömer (r.a.)'den rivayet etmiş oldukları bir hadisi şerife göre de Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Süleyman (a.s.) Mescidi Aksa'yı yaptığında Rabbinden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum: Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi. Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi. Bir de her kim, bu Mescid'de -yani Mescidi Aksa'da- namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi günahlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah'ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz."
    Resulullah (s.a.s) bir hadisi şerifinde: "Oraya (Mescidi Aksa'ya) gidin ve içinde namaz kılın. Kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin" diye buyurmuştur.
    Resulullah (s.a.s.)'tan bunun dışında da Mescidi Aksa'nın faziletiyle ilgili birçok hadisi şerif rivayet edilmiştir.
    Yeryüzünün en faziletli mekanları camiler, camilerin de en faziletlileri Mescidi Haram, Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa'dır. Bu üç camide kılınan namazların diğer camilerde kılınan namazlardan çok daha fazla sevaplı olduğu hadisi şeriflerde bildirilmiştir.
    Tanınmış tefsir alimlerinden Kasımi, Mescidi Aksa'nın ismi hakkında şu açıklamayı yapmıştır: "Aksa kelimesi "en uzak" anlamındadır. Mescidi Aksa da Mekke'ye olan uzaklığından dolayı böyle adlandırılmıştır."
    Tarihi kaynaklardan, tefsir kitaplarında yer alan rivayetlerden ve hadislerde verilen bilgilerden Mescidi Aksa'nın ilk şeklinin Hz. Süleyman (a.s.) tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim yukarıda vermiş olduğumuz ve: "Süleyman (a.s.) Mescidi Aksa'yı yaptığında..." diye başlayan hadisten bu anlaşılıyor.
    Buhari ve İbnu Mace'nin nakletmiş olduğu bir hadisi şerifte Ebu Zer (r.a.)'in şöyle dediği bildirilmiştir: "Resulullah (a.s.)'a, yeryüzüne konulmuş olan ilk mescidin hangisi olduğunu sordum. "Mescidi Haram" diye buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim. "Mescidi Aksa" diye buyurdu. "İkisi arasındaki süre ne kadardır?" diye sordum. Şöyle buyurdu: "Kırk yıl. Sonra bütün yeryüzü senin için mesciddir. Nerede namaz vaktine girersen orada namaz kıl." (Buhari, Kitabu Ehadisi'l-Enbiya, 60/40; İbnu Mace, Kitabu'l-Mesacid ve'l-Cemaat, 4/7)

      الوقت/التاريخ الآن هو الخميس مايو 02, 2024 3:38 pm